25 Haziran 2012 Pazartesi

Sadece Tek Hece

Seven bir insanı oynamayı ne kadar da seviyoruz değil mi? Hepimizin hayallerini süslüyor dillere destan bir aşk hikayesinde baş rolü oynamak. Peki karşımızdaki karakter gerçekten iyi oynuyor mu oyununu? Seviyor mu? Seyirciyi, bizi, kendini kandırarak seviyormuş gibi yapabiliyor mu en basitinden? Yoksa karaktersiz mi o da? Yoksa hiç bilet satmamış bir salonda boşa mı nefes tüketiyoruz diyaframlarımız yerine kalplerimiz ağırarak.
Evet taklitti bir çoğu benim de ''seni seviyorum'' deyişlerimin. Ne yani sen her defasında gerçek hayatı mı oynadın tozlu bir köşesinde sahnenin? Her defasında içten gelerek mi söyledin Romeo ve Jülyet kadar o meşhur sözü? Ki onların ki bile sadece oyundu. İnsanın bunu kendine itiraf edebiliyor olması başarı. Seviyor muyum yoksa seviyormuş gibi mi yapıyorum sorusunu kendine hiç sormamış bir insan doğru oyuncu değil bence bu oyunda. Çünkü aşk bir oyun dağil sandığımız gibi. Aşk çok ciddi bir şey ezelden beri.
Oysa şimdi provası edilmemiş bir çok aşk oyununun. Ezberler eksik, kostümler yetersiz, oyuncular yeteneksiz. Senaryoların sayfaları karışmış gibi adeta. Bir çok hikayenin giriş doğru; tanışma. Gelişme evlilik. Sonuç hiç tanışmamış gibi ayrılık. Hani o çocukluğumuz da anlatılan masallardaki gibi sonsuza dek süren mutluluk?
Rapunzel'in saçları yerine uzayan ayrılıklar, pamuk prensesi öpen yalnızlık, kurbağanın dönüştüğü prenslik değil de pişmanlık, yanlış aşk ayağına tam olmuş bir Sindirella. Ve şaşkın seyirciler. Aşk bu mu peki? Sadece tek hece anlamsız bir kelime mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
;